"Lanet olsun profesör, tüm bu insanları öldürdünüz! Onlar da insandı, hayatları vardı, ne hakla bunu ellerinden alırsınız?!"
"Bak Jack, anlamıyorsun. Bu deneylerim sonuca vardığında, tüm insanlığı evrimin sonraki basamaklarına taşıyacağım, görmüyor musun?!"
"Başka bir yolu olmalı, insanları öldürerek onlara iyilik yapamazsınız!"
"Jack, Jack, Jack... Daha gençsin ve bakış açının darlığını affediyorum ama artık gözlerini aç! Resmin tamamını görmen lazım. Tüm insanlığın yararından bahsediyorum! Bu insanların acısı, diğerlerinin kurtuluşu olacak. Demem o ki Jack, omlet yapmak istiyorsan bir kaç yumurta kırmaktan korkmamalısın! Ya-"
Bu iğrenç diyaloğu burada kesiyorum ve şu saçma lafın saçma kullanımına değinmek istiyorum. NE ALAKASI VAR ARKADAŞIM?
Hep böyledir ya, birilerine zarar verilip daha büyük bi amaca ulaşılır ve "omlet için yumurta kıracaksın ehehee" denir. Ne alaka?! NE ALAKA?
Sen omlet yaptığında omlete harcamadığın yumurtaları mı kurtarıyorsun? Onlara ölümsüzlük mü veriyorsun? Tavuk haklarını mı savunuyosun? Hayır! Sadece ertesi ya da bir daha omlet istediğin günü bekleyip onları da kırıyorsun. Bu nasıl çarpık bir savunma nasıl anlamsız bir doğru göstermedir yahu!
Bitsin. Bitsin arkadaşım bitsin bu çile. Şu laf artık kullanılmasın. Kafamın tasını attırmayın dalıveririm kafanızı gözünüzü kırarım ağzınıza vurarım.
Bu kadar. Öyle düşünürken aklıma geldi yaziym dedim. İzmir'e döndüm bu arada ben. Slms.
10 Şubat 2009 Salı
6 Şubat 2009 Cuma
Diyalog II
MORPHEUS: I thank you. The kings of Hell are honorable. I will remember this.
LUCIFER: Honorable? You joke, surely. Look around you, Morpheus. The million Lords of Hell stand arrayed about you. Tell us why we should let you leave? Helmet or no, you have no power here... what power have dreams in hell?
MORPHEUS: You say I have no power? Perhaps you speak truly... But -- you say that Dreams have no power here? Tell me, Lucifer Morningstar.. Ask yourselves, all of you... What power would Hell have if those here imprisoned were not able to dream of Heaven?
Diyalog
CHORONZON: I am a dire world, prey-stalking, lethal prowler.
MORPHEUS: I am a hunter, horse-mounted, wolf-stabbing.
CHORONZON: I am a horsefly, horse-stinging, hunter-throwing.
MORPHEUS: I am a spider, fly-consuming, eight legged.
CHORONZON: I am a snake, spider-devouring, posion-toothed.
MORPHEUS: I am an ox, snake-crushing, heavy footed.
CHORONZON: I am an anthrax, butcher, bacterium, warm-life destroying.
***
MORPHEUS: I am a world, space-floating, life nurturing.
CHORONZON: I am a nova, all-exploding... planet-cremating.
MORPHEUS: I am the Universe -- all things encompassing, all life embracing.
CHORONZON: I am Anti-Life, the Beast of Judgement. I am the dark at the end of everything. The end of universes, gods, worlds... of everything. Sss. And what will you be then, Dreamlord?
MORPHEUS: I am hope.
29 Ocak 2009 Perşembe
Max Payne
Az önce izledim. Evet filmi var Max Payne'in. Yorum yapıcam hıhı. Aa Mhar. Naber Mhar? Neyse yoruma geçiym.
Ol-ma-mış!
Can'a yazdığım satırlarla başlamak istiyorum:
The One and Only Maelstorm 3.5 Released!! - http://www.birfikrimizvar.com YENI SORU!!:
ben süper film yapardim max payne'e
The One and Only Maelstorm 3.5 Released!! - http://www.birfikrimizvar.com YENI SORU!!:
ya nasi kaçirmislar ki
The One and Only Maelstorm 3.5 Released!! - http://www.birfikrimizvar.com YENI SORU!!:
yani noire bi grafik havasi var gibi
The One and Only Maelstorm 3.5 Released!! - http://www.birfikrimizvar.com YENI SORU!!:
ama max payne oyunlarini max payne yapan nedir
The One and Only Maelstorm 3.5 Released!! - http://www.birfikrimizvar.com YENI SORU!!:
bloguma yaziym ya dur
Evet yaziyorum. Nedir abicim nedir? Max Payne'i uuu bullleetttiiimeee dışında güzel kılan nedir?
Söylüyorum. Havasıdır. Havası nasıldır. Karanlıktır. Mesela nedir? Max sürekli düşünür. Çünkü Max delidir. Kafayı yemiştir. Sıyırmıştır. Normal değildir. İnnsan değildir abicim. Adam karısını ve kızını kaybetmiştir, bunu yapanları bulurken 2 katı delirmiştir; sürekli ağrı kesici alması da cabasıdır. Yalnızdır, düşünür. Düşündükçe karışır. Karıştıkça dibe sürüklenir. Sürüklendikçe düşünür. Arada çıkış noktaları arar. Ama aradığı her çıkış, adeta bir karabasan gibi, onu kaderinin kara girdabına geri götürür. En güzel (c wat i did thar??) örneği de Mona Sax'tir.
Neyse, şimdi film güzel de.. hani Max'in düşünceleri? Hani? HANİ?! Yok. Yok! Olsa, olsa ah olsa! Şöyle adım başı bişiler düşünse, o bayık gevrek sesiyle söylese.. Hayır. Öyle düşünüyor biz de tahmin ediyoruz "benncee şu an çok üzgün :D::DD" diye. Oysa adamın orda 2 bayık adam felsefesi yapıp içimizi karartması lazım.
Sonra o Mona nedir ya. Mona olmamış. Ol-ma-mış. Ben Max Payne'deki Monayı istiyorum. Karısını kaybettiği için Max'e acıyıp ondan inceden sevgi bekleyen bu kadını değil; soğuk, kalpsiz orospunun (meslek değil tabi bu laf) teki olan Mona Sax'i istiyorum.
Bi an, sadece bi an, BB iyi adam çıkacak sandım, laflar hazırlıyodum, o küçük minik an bitti ve ben öyle olmayacağını anladım ve oh dedim, oh, bişeyi de anlamışlar.
Bazı sahnelerin Max Payne'deki çizgiroman sahnelerini andırması güzeldi, bence iyi bi göndermeydi. Öte yandan Max hiç ağrı kesici almadı. Bu kelime oyunundan hiç bahsedilmedi. Eksi puan. Her yerde gönderme var mıydı, arkaplanda sürekli rahatsız edici kelimeler geçiyo muydu dikkat etmedim, bakmak lazım. Ama bi yerde Show Them No Mercy gibi bişi vardı onu hatırlıyorum. Bi de daha iyi oyunculuk lazımdı bence. Benim rahatsız olmam lazımdı bu filmde. Olmadım. Çoğu yeri afedersiniz odun gibi izledim. Sonra rüyalar.. Hani hani? Oyunda bile insan bi garip oluyodu. Bence olmamış. Ayrıca Max daha uzun suratlı bi tip. Tipini de benzetemedim vallayi. Çatışma sahneleri de gayet çakmaydı. Güzel bullet time yoktu.
Film vasat bir aksiyonun ötesine geçememiş. Ne sinemaya yeni bi karakter kazandırmışlar, zira 2 kere kendi kendine düşünmesi dışında bi olayını göremiyoruz Max'in; ne de oyundaki karakteri aktarabilmişler. Müthiş bir potansiyel fütursuzca harcanmış. Belki ikinci filmi başka biri yapar da bi halta benzer.
Ol-ma-mış!
Can'a yazdığım satırlarla başlamak istiyorum:
The One and Only Maelstorm 3.5 Released!! - http://www.birfikrimizvar.com YENI SORU!!:
ben süper film yapardim max payne'e
The One and Only Maelstorm 3.5 Released!! - http://www.birfikrimizvar.com YENI SORU!!:
ya nasi kaçirmislar ki
The One and Only Maelstorm 3.5 Released!! - http://www.birfikrimizvar.com YENI SORU!!:
yani noire bi grafik havasi var gibi
The One and Only Maelstorm 3.5 Released!! - http://www.birfikrimizvar.com YENI SORU!!:
ama max payne oyunlarini max payne yapan nedir
The One and Only Maelstorm 3.5 Released!! - http://www.birfikrimizvar.com YENI SORU!!:
bloguma yaziym ya dur
Evet yaziyorum. Nedir abicim nedir? Max Payne'i uuu bullleetttiiimeee dışında güzel kılan nedir?
Söylüyorum. Havasıdır. Havası nasıldır. Karanlıktır. Mesela nedir? Max sürekli düşünür. Çünkü Max delidir. Kafayı yemiştir. Sıyırmıştır. Normal değildir. İnnsan değildir abicim. Adam karısını ve kızını kaybetmiştir, bunu yapanları bulurken 2 katı delirmiştir; sürekli ağrı kesici alması da cabasıdır. Yalnızdır, düşünür. Düşündükçe karışır. Karıştıkça dibe sürüklenir. Sürüklendikçe düşünür. Arada çıkış noktaları arar. Ama aradığı her çıkış, adeta bir karabasan gibi, onu kaderinin kara girdabına geri götürür. En güzel (c wat i did thar??) örneği de Mona Sax'tir.
Neyse, şimdi film güzel de.. hani Max'in düşünceleri? Hani? HANİ?! Yok. Yok! Olsa, olsa ah olsa! Şöyle adım başı bişiler düşünse, o bayık gevrek sesiyle söylese.. Hayır. Öyle düşünüyor biz de tahmin ediyoruz "benncee şu an çok üzgün :D::DD" diye. Oysa adamın orda 2 bayık adam felsefesi yapıp içimizi karartması lazım.
Sonra o Mona nedir ya. Mona olmamış. Ol-ma-mış. Ben Max Payne'deki Monayı istiyorum. Karısını kaybettiği için Max'e acıyıp ondan inceden sevgi bekleyen bu kadını değil; soğuk, kalpsiz orospunun (meslek değil tabi bu laf) teki olan Mona Sax'i istiyorum.
Bi an, sadece bi an, BB iyi adam çıkacak sandım, laflar hazırlıyodum, o küçük minik an bitti ve ben öyle olmayacağını anladım ve oh dedim, oh, bişeyi de anlamışlar.
Bazı sahnelerin Max Payne'deki çizgiroman sahnelerini andırması güzeldi, bence iyi bi göndermeydi. Öte yandan Max hiç ağrı kesici almadı. Bu kelime oyunundan hiç bahsedilmedi. Eksi puan. Her yerde gönderme var mıydı, arkaplanda sürekli rahatsız edici kelimeler geçiyo muydu dikkat etmedim, bakmak lazım. Ama bi yerde Show Them No Mercy gibi bişi vardı onu hatırlıyorum. Bi de daha iyi oyunculuk lazımdı bence. Benim rahatsız olmam lazımdı bu filmde. Olmadım. Çoğu yeri afedersiniz odun gibi izledim. Sonra rüyalar.. Hani hani? Oyunda bile insan bi garip oluyodu. Bence olmamış. Ayrıca Max daha uzun suratlı bi tip. Tipini de benzetemedim vallayi. Çatışma sahneleri de gayet çakmaydı. Güzel bullet time yoktu.
Film vasat bir aksiyonun ötesine geçememiş. Ne sinemaya yeni bi karakter kazandırmışlar, zira 2 kere kendi kendine düşünmesi dışında bi olayını göremiyoruz Max'in; ne de oyundaki karakteri aktarabilmişler. Müthiş bir potansiyel fütursuzca harcanmış. Belki ikinci filmi başka biri yapar da bi halta benzer.
17 Ocak 2009 Cumartesi
Hala aynı sabahtayım, bişiler yaziym diyorum yine. Hadi biraz kendimden bahsedeyim.
Abilerim ablalarım, ben çok yalnız büyüdüm bilir misiniz? 9 yıl boyunca tek çocuktum, 1993te sevgili kardeşim dünyaya geldiyse de haliyle iletişim kurulabilir olana kadar ben daha da büyümüş, anlaşır hallere geldiğimizde ergenliğimi tamamlamıştım.
Tabi ki bahsettim yalnızlık, kapalı bir odanın içinde kalmak değil. Yani en azından kelime anlamıyla. Kuzenlerim vardı mesela, gelirlerdi; bir nevi kardeş gibi büyüdük, sık sık görüşürdük. Ama yine de giderlerdi. Yani bizim ev ve onların ev vardı. Bizim ev hali ve onların ev hali. Öyle depresif bir yalnızlık değildi benimki, ama yine de yalnızlıktı. Giderlerdi ve ben tek kalırdım.
Ailemin geri kalanı da hiç fena değildi. Annemle günlük olarak sürekli iletişim halindeydik, babamla oyunlar oynardık. Dedemle çok eğlenirdim; İstanbul'a halamlara gittiğimdeyse ayrı bir dünyaydı benim için. Babamla oynadığımız oyunları asla unutamam. Yatağa yanıma gelirdi, biz güya kovboy falan olurduk, babam birden heyecanla ileri bakar, "Apaçiler geliyor!" falan derdi. Ben de ileri baktığımda kafamda gerçekten bir grup apaçiyi atlarının üstünde görürdüm. Hemen yorganın altına girerdik. Babam sonra kontrol etmek üzere yorgandan çıkar, sonra bana ya temiz işareti verir, ya da amman amman diyerek yine geri girerdi. Sonra bazen uzanırdı dümdüz, al oyna bakalım derdi. Ben mesela kolunu alıp yukarı kaldırırdım, bıraktığım yerde kalırdı. Ağzını falan gülen kızan ağlayan şekillere sokardım. Üzerinde araba gezdirirdim. Güzel günlerdi. Annem de tam bir anaç insan modelidir zaten, hep üzerime titremiştir, hep destekleyip benimle gurur duymuştur. Beni temel reis ve transformer masallarıyla besler, yatmadan önce "Keloğlan" veya "İki dişli Üç dişli" gibi masallar anlatırdı. Ne değerli zamanlardı! Dedemle oyunlarımız apayrıydı. Dedem koltukta otururdu, ben ayaklarının önüne oturup bacaklarımı dizine uzatırdım. Güya dedem beni tutmuş olurdu, sonra ben arkada kuş var diyip dedemi kandırır kurtarırdım kendimi. Bazen o numara işe yaramazdı, başka yollar arardım. Tabi bazen gıdıklanmayla sona ererdi.
Aile açısından şanslıydım anlayacağınız, dönemin baba tarafında tek torunu, ailenin ilk çocuğu olmanın tüm keyfini sürdüm.
Ama yalnızdım işte. Mahalle ortamım hiç olmadı, zira mahallede çocuk yoktu, olanlar da çıkamıyordu. Bir kaç kez ev değiştirmenin de etkisi oldu tabi. Şikayet etmiyorum. Bol bol oyuncağım vardı. Oyuncaklarımla oynardım. Hayal ederdim hep. Onlarla kendi kendimi oyalardım. Yeni oyunlar icat ederdim. Top silgilerle futbol oynamaktan platform oyunlarına kadar çeşit çeşit oyunlar oynamışlığım vardır. İleride çizgiroman okumaya başladığımda kendi çizgiromanlarımı yapmaya başlamıştım. Kuzenlerle de dergi yapardık. Eski alışkanlıktı. Çengel bulmaca yapardık birbirimize, labirent yapardık...
Güzel günlerdi. Yalnızlıktan pek dem vurasım gelmedi, belki sonra.
Abilerim ablalarım, ben çok yalnız büyüdüm bilir misiniz? 9 yıl boyunca tek çocuktum, 1993te sevgili kardeşim dünyaya geldiyse de haliyle iletişim kurulabilir olana kadar ben daha da büyümüş, anlaşır hallere geldiğimizde ergenliğimi tamamlamıştım.
Tabi ki bahsettim yalnızlık, kapalı bir odanın içinde kalmak değil. Yani en azından kelime anlamıyla. Kuzenlerim vardı mesela, gelirlerdi; bir nevi kardeş gibi büyüdük, sık sık görüşürdük. Ama yine de giderlerdi. Yani bizim ev ve onların ev vardı. Bizim ev hali ve onların ev hali. Öyle depresif bir yalnızlık değildi benimki, ama yine de yalnızlıktı. Giderlerdi ve ben tek kalırdım.
Ailemin geri kalanı da hiç fena değildi. Annemle günlük olarak sürekli iletişim halindeydik, babamla oyunlar oynardık. Dedemle çok eğlenirdim; İstanbul'a halamlara gittiğimdeyse ayrı bir dünyaydı benim için. Babamla oynadığımız oyunları asla unutamam. Yatağa yanıma gelirdi, biz güya kovboy falan olurduk, babam birden heyecanla ileri bakar, "Apaçiler geliyor!" falan derdi. Ben de ileri baktığımda kafamda gerçekten bir grup apaçiyi atlarının üstünde görürdüm. Hemen yorganın altına girerdik. Babam sonra kontrol etmek üzere yorgandan çıkar, sonra bana ya temiz işareti verir, ya da amman amman diyerek yine geri girerdi. Sonra bazen uzanırdı dümdüz, al oyna bakalım derdi. Ben mesela kolunu alıp yukarı kaldırırdım, bıraktığım yerde kalırdı. Ağzını falan gülen kızan ağlayan şekillere sokardım. Üzerinde araba gezdirirdim. Güzel günlerdi. Annem de tam bir anaç insan modelidir zaten, hep üzerime titremiştir, hep destekleyip benimle gurur duymuştur. Beni temel reis ve transformer masallarıyla besler, yatmadan önce "Keloğlan" veya "İki dişli Üç dişli" gibi masallar anlatırdı. Ne değerli zamanlardı! Dedemle oyunlarımız apayrıydı. Dedem koltukta otururdu, ben ayaklarının önüne oturup bacaklarımı dizine uzatırdım. Güya dedem beni tutmuş olurdu, sonra ben arkada kuş var diyip dedemi kandırır kurtarırdım kendimi. Bazen o numara işe yaramazdı, başka yollar arardım. Tabi bazen gıdıklanmayla sona ererdi.
Aile açısından şanslıydım anlayacağınız, dönemin baba tarafında tek torunu, ailenin ilk çocuğu olmanın tüm keyfini sürdüm.
Ama yalnızdım işte. Mahalle ortamım hiç olmadı, zira mahallede çocuk yoktu, olanlar da çıkamıyordu. Bir kaç kez ev değiştirmenin de etkisi oldu tabi. Şikayet etmiyorum. Bol bol oyuncağım vardı. Oyuncaklarımla oynardım. Hayal ederdim hep. Onlarla kendi kendimi oyalardım. Yeni oyunlar icat ederdim. Top silgilerle futbol oynamaktan platform oyunlarına kadar çeşit çeşit oyunlar oynamışlığım vardır. İleride çizgiroman okumaya başladığımda kendi çizgiromanlarımı yapmaya başlamıştım. Kuzenlerle de dergi yapardık. Eski alışkanlıktı. Çengel bulmaca yapardık birbirimize, labirent yapardık...
Güzel günlerdi. Yalnızlıktan pek dem vurasım gelmedi, belki sonra.
Günaydın
Saat 08:42. Arkadaşın evindeyim. Ders çalıştık biraz, sonra başka bi arkadaş geldi, film izlerken ben hafif sızdım. Sanırım bi saat falan uyudum, bir iki kez kalktım ama arkadaşların konuşmaları ninni gibi tekrar uyuttu beni. Onlar yatarken benim uykum açıldı, birisi yatmamaya karar verdi, sonra oturduk geyik yaptık. Kahvaltı falan ettik. Şimdi yatmaya gittiler. Ben de bloga bişiler yaziym dedim. Niye günü özetlediğimi bilmiyorum, ama yaptım işte.
12 Ocak 2009 Pazartesi
Rüya 2.5 ve 3
Gitmeden iki de rüya yaziym. Birisi dün geceydi, deprem oluyordu, zangır zangır titriyorduk, bi de uzun sürüyordu. Amcalar vardı gitsek mi kalsak mı tırsıyoduk. Böyle.
Bu gece.. Yani dün gece, yani üstteki önceki geceydi, yine ilginç bir rüya gördüm. Kalktığımda telefonumu açıp listeyi kontrol etme ihtiyacı hissettim, zira rüyamda 1 haftalık yaşanmışlık vardı. İzmirdeyiz, ama binalar eski yunan tadında. Kolonlar (iyon ya da korint falan diye artistik yapiym dedim ama hiç dikkat etmemişim hehe) böyle, rahat ortam, bitkiler etrafta, küçük şelaleler... Ve tiyatro çalışmasındayız ama tiyatro olmuş bir felsefe ortamı. Oturuyor konular tartışıyoruz. En son sahne heyecanına gelmiştik ki telefon çaldı uyandım. Bi an "lan bi dakka, ben tiyatrodayım dimi, gerçek bunlar, yani hepsi az önce rüyamdaki değil, Erol Abi diye biri var dimi?" diye telefona baktım, varmış. Bi de bi yere giderken TVden görüyodum, Paris Hilton fakir olmuş, küçük bi parfümeri mi ne işletiyomuş.
Böyle işte.
Bu gece.. Yani dün gece, yani üstteki önceki geceydi, yine ilginç bir rüya gördüm. Kalktığımda telefonumu açıp listeyi kontrol etme ihtiyacı hissettim, zira rüyamda 1 haftalık yaşanmışlık vardı. İzmirdeyiz, ama binalar eski yunan tadında. Kolonlar (iyon ya da korint falan diye artistik yapiym dedim ama hiç dikkat etmemişim hehe) böyle, rahat ortam, bitkiler etrafta, küçük şelaleler... Ve tiyatro çalışmasındayız ama tiyatro olmuş bir felsefe ortamı. Oturuyor konular tartışıyoruz. En son sahne heyecanına gelmiştik ki telefon çaldı uyandım. Bi an "lan bi dakka, ben tiyatrodayım dimi, gerçek bunlar, yani hepsi az önce rüyamdaki değil, Erol Abi diye biri var dimi?" diye telefona baktım, varmış. Bi de bi yere giderken TVden görüyodum, Paris Hilton fakir olmuş, küçük bi parfümeri mi ne işletiyomuş.
Böyle işte.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)