16 Kasım 2008 Pazar

İnfazcı No 14

Dün akşam İzmir Sanat'taydık, EMO sağolsun (Elektrik Mühendisleri Odası olan). İnfazcı No 14 isimli oyunu izledik. Utanarak söylemeliyim, uzun zamandır tiyatro oyunu izlememiştim. İyi bir başlangıç olduğuna inanıyorum.
Savaşa düşen bir sivilin düşüncelerini anlatıyor oyun. Tek kişilik ve kanımca çok da güçlü bir oyun olmuş. Üstüne düşünülmesi gereken bir oyun, özellikle hoşgörünün her gün daha da azaldığı, insanların savaşa, "vatanı için ölmeye" anlaşılmaz bir fanatizm içinde istekli oldukları bu günlerde; çok daha önem kazanıyor.
Şansınız olursa izleyin, izletin, konuşalım.

Fallout 3 - Bu yazı SPOILER içerir!

Eveeet. Gelelim fasülyenin faydalarına.
Fallout 3!
Çıkmadan en çok konuşulmuş oyunlardan biri olduğu kesin. Hatta adı duyulduğunda bile yeterince kasırga etkisi yaratmıştı. Konuya çok yakın olmayanlar için (hoş yeterince yakınsa durumu biliyordur, bilmiyorsa da muhtemelen ilgilendirmiyordur), bu kasırgaların sebebi eski oyunlarla karşılaştırılmasıydı.
Zira Fallout 1, CRPGler arasında yeri tartışılmayacak kadar ayrı olan, masaüstü tadını en iyi veren oyunlardan birisidir, hatta bana sorarsanız bu konuda en iyidir, en iyi CRPGdir. Fallout 2 de Fallout 1'in bıraktığı yerden almış, hem oyun yapısını hem de konuyu ileri götürmüştü. Ne var ki zaman ne Interplay'e, ne Black Isle'a iyi davrandı, Interplay yaptığı tercihlerle battı; Black Isle ise bu sıkışıklıklar sırasında dağıldı, gitti. Black Isle tarafından yapılmakta olan Van Buren Project (Fallout serisinin sıradaki oyunu) ise arada kaynadı. Youtube'de Van Buren Project'ten görüntüler içeren ve arkada.. sanırım "Dream a little dream of me" çalan video eminim her Fallout-severin tüylerini diken diken etmiştir.
Ancak daha sonra bir gelişme oldu (hatta aslında bakarsanız, van buren project yanılmıyorsam bu gelişme olduğu sıralar, hatta sonrasında öğrenilmişti), Bethesda Softworks, Fallout'un haklarını aldı ve yeni Fallout oyununu yapmaya koyuldu. Bethesda 90larda başlattıkları Elder Scrolls serisiyle RPG dünyasına hiç de yabancı olmasa da, Fallout serisi fanlarını bir endişe aldı. Zira özellikle Elder Scrolls'un sonuncusu olan Oblivion'ın yapısı, Fallout serisi ruhuyla hiç uyuşmuyordu. Fallout 3 hakkında ilk su yüzüne çıkan bilgiler ve açıklamlar da, fanların kaygılarını haklı çıkarmakla kalmamış, bir sonraki seviyeye taşımıştı. Oyunun konsollar için yapılacağı bilgisi de eklenince, fanlar iyice üzülmüş ve öfkelenmişti. Zira herhangi bir oyun değil, Fallout serisiydi söz konusu olan!
Zaman içinde Bethesda pek çok değişiklik yaptı, bir grup öfkeyle ne olursa olsun Bethesda'yı karalarken, başkaları Bethesda'dan ne çıksa yiyecek konumdaydı. Benim de içinde bulunduğum diğerleriyse, Bethesda'nın Fallout serisine bir "spiritual successor" yapamayacağını farketmiş, kabullenmiş ve oyuna "Fallout 3" yerine "Fallout: Adventures" gibi bir gözle bakmaya başladı. Neyse, gel zaman git zaman, arada tartışmalar devam etti ve sonunda Fallout 3 piyasaya sürüldü.
Veni, vidi, vici. Buldum, oynadım, bitirdim. Peki sonuç?
Sonuç.. anlatayım.

Grafiklerle başlayayım. 2gig ram, dualcore işlemci (2.6ghz) ve çakma ATI Radeon HD2400 PRO kartımla, grafikleri kısmen kıstım (mesela AA kapalıydı, çözünürlük fena değil ama detaylar düşüktü, ha, bir de HDR açıktı ) sorunsuz oynadım, arada kastıysa da iyiydi. Ve grafikler gayet güzeldi. Daha yüksek seviyelerde nasıl oluyor bilemiyorum, ama bu kadarı yeterli ve doyurucuydu. Güzel ışıklandırmalar, güzel patlama efektleri var. Bunun dışında dünyayı da oldukça vermiş; herşey paslı, dağınık, yıkık. Bethesda bu konuda benden tam not aldı diyebilirim.

Seslerle devam ediyorum. Oyunda radyo açabiliyorsunuz, Galaxy Radio News'ta "oldies but goldies" tadında müzikler, size eşlik edebilir, gerçi ben çoğu zaman açmadım. Her karakter seslendirilmiş ve oldukça başarılı, insanların konuşmalarını duymak güzel. Bunun dışında (feral) ghoulların anlamsız çığlıkları, mutantların öfkeli tehditleri ve merclerin savaşırken attıkları laflar da savaşları oldukça keyifli kılıyor. Yine iyi bir notla geçiyor B.

Gelelim diğer öğelere.

Savaşlarla başlamak istiyorum, zira en tartışmalı konulardan biri buydu. Oyunu oynamaya başladığımda alışma kısmı çok kısa oldu real-time için, sorun yaşamadım. Real-time oynarken, fareyi düşmana götürüyorsunuz, sonra tıklayıp bilgisayara bırakıyorsunuz geri kalanı. Yeteneğinize ve crosshair'in yerine göre vücudun özel bir noktasına gelebiliyor ya da dağa taşa sıkabiliyorsunuz. Hani kafa tarafına tutarsanız crosshairi, kaçırma şansınız daha çok ama vurursanız da şahane oluyor. Öte yandan gövdeye tutarsanız muhtemelen vuruyorsunuz ama o kadar etkili olmuyor. Aaa ne güzel ya dedim, çok mantıklı. Hele VATS'ı ilk gördüğümde, "oooohaaaaaaaaaaaaaaaaaa" diye Radroach'un (farelerin yerini almış diyebiliriz Radroachlara. Moleratler var ama biraz pig rat tadındalar, hiç büyük mole ratle karşılaşmadım) ölümünü izledim. VATS nasıl çalışıyor? VATS tuşuna basıyorsunuz, zaman duruyor. Action pointiniz belli, aginize bağlı bir sayı (ve action boy/girl perkiyle de artabiliyor). Bu point sayısıyla kısıtlı olmak üzere (action pointler kısa süre içinde doluyor, durmadan kullanamasanız da bir savaşta bir çok kez kullanabiiyorsunuz) saldırı yapıyorsunuz. Saldırı sayınız aynı zamanda silaha bağlı. Örneğin minigunla ateş etmek, 10 mm tabanca ile ateş etmeye nazaran daha fazla action point harcıyor. Bu saldırılar sıra halinde tutuluyor. Örneğin önce şu gücü azalmış mutantın kafasına, sonra yandaki mutantın silahına 2 el, sonra da sağdan gelen robotun gövdesine bir el şeklinde seçiyorsunuz. Hedefler arasında hareket tuşlarıyla geçiyorsunuz, bir hedef seçildiğinde de crosshairi getirdiğiniz yere göre size vurma şansınızı söylüyor. Genel olarak iki kol, iki bacak, gövde ve bir veya iki "hassas" nokta oluyor. İnsanlar için bu hassas nokta "kafa" iken (göz yok artık), dev karıncalar için kafanın yanında bir de "anten" var ki, hiç yapmadım ama cripple ederseniz algıları karışıp ne görürse saldırıyormuş (şahane fikir kanımca). Vurma şansınız neye bağlı? Öncelikle kullandığınız silahın yetenek puanına. 15 skill puanıyla ateş etmekle, 80 ile ateş etmek arasında fark var. Sonra yanılmıyorsam eğildiğinizde vurma şansınız daha fazla. Sonra bazı perkler yine vurma şansınızı artırıyor. Son olarak size dönük olması, siper alması da etkiliyor. Güzel olmuş bu, Fallout 2 boyutlu olduğundan hedef ateşlerde adamın görüş alanınızda olması yeterdi, artık mesela bir metal kolonun arkasında olması yüzünden kafasına vuramadığınız oluyor ama kolunu parçalayabiliyorsunuz tabi. Ayrıca her noktaya vuruşun bir avantajı var. Gövdeye vuruşun genel avantajı, vurmanın kolay olması, ne de olsa kocaman bir kısım, kaçırmak zor. Kolundan vurduğunuz karakterler silahlarını yere düşürebiliyorlar, bacağını cripple ederseniz yavaşlıyorlar; hele iki bacak alırsanız iyice rezil rüsva halde topallıyorlar. Kafa kısmını cripple etmek algılarını dağıttığı gibi genelde en çok hasarı da veriyor. Cripple etmekten kastım şu. Her bölgenin belli bir hitpointi var, yeterince hasar verirseniz, devredışı kalıyor ve sanırım aldığı hasar da artıyor. Bu vuruşların sonuçlarını karşınızda görmek de gerçekten çok hoş. Head cripplelarda kanlar içinde kalan kafalarını şöyle bir suratlarını tutup, sallanıp kendilerine gelmeleri; bacağı yaralananların topallaması vs. Ah bir de silahı vurabiliyorsunuz ki bu konuda en güzel anım "o bombayı elinde patlatırlar bebeğim, literally" diye VATSta vurduğum Talon Corp Mercenary'dir. Parçaları wastelande dağıldı. Heh-heh. Bu arada VATSta ateş ettiğinizde sağlam bir dramatizasyonla izliyorsunuz olanları. Yukarda verdiğim örneğe gidelim. 4 el ateş emri verdiniz ve VATS'ı sonlandırdınız diyelim. Kamera karakterin yanına gidiyor, karakteri ateş ederken görüyoruz, sonra birden mutanta geçiyor ve kafasının dağılışını izliyoruz. Sonra karakter dönüp diğer mutanta iki el ateş ediyor, zaman yavaşlamış halde mutantın acı içinde haykırışını duyuyoruz, son olarak robota dönüyor karakter, bir kere daha ateş ediyor, kamera merminin arkasından ilerliyor ve merminin robota girmesiyle real-time'a geri dönüyoruz.

Çok eğlenceli görünüyor değil mi? Gelelim eleştirilere:
VATSla başlıyorum.
1. VATS sadece ve sadece ateş etmeye yarıyor. Hareket etmek yok. Silah değiştirmek yok. Ve ardarda komutları vermeniz ya da bir komut verip, bekleyip, sonucu görüp, silah değiştirip, vatsı tekrar açıp tekrar komut vermeniz gerekiyor. Hani "şu iki mutanta bir bomba atayım, sonra dönüp sağdakine ateş edeyim" diye birşey yok. Önce bombayı atmanız, sonra silah değiştirmeniz lazım. Hareket etmek olmadığından "ateş edeyim, iki adım sağa atıp saklanan mutanta vurayım" da diyemiyorsunuz, ateş edip, vats sonucunu görüp, hareket edip, tekrar gitmeniz gerekiyor. Yani VATS bethesdanın yedirdiği gibi turn-based'in stratejik yönünü ya da herhangi bir şekilde derinliğini taşımaktan çoook uzak.
2. Silahların modları yok. Örneğin bir SMG ile ateş edince 3 mermilik bir burst yapıyor. badadadadada şeklinde toplu bir burst ya da tek-mermi modları yok. Bildiğim tek farklı mod sniperla zoom yapabilmek.
3. VATS'tasınız, önde bir mutanta 3 el ateş emri verdiniz. Mutant ilk el sırasında duvarın arkasına geçti. Normalde vurma şansınız sıfır olan birine normalde ateş etmeyi deneyemiyorsunuz. Ama bu durumda karakteriniz durmayı akıl edemiyor ve duvara tüm mermilerini sıkıyor.
4. VATS zamanı yavaşlatsa da olayları yavaşlatmıyor ve siz dramatizasyonları izlemek zorundasınız. Bu da VATS kullanırken hareket etmeyeceksiniz demektir. Hani tamam, ateş ederken nişan alıyordur ve iki ateş emri arasında hareketsiz kalmasını anlarım. Ama son el ateş ettikten sonra karakterim niye karşıdaki adamın ölümünü izliyor? Hayır yandan bir mutant minigunını üzerime boşaltıyor o açıdan.
5. VATS yeterince akıcı değil. Sağ tuşa 10 kere basmanıza rağmen çıkmadığı ya da tıklamanıza rağmen hedefi "seçili" hale getirmediği çok oluyor. Bir de ara emirler (ara emir dediğim garip önemsiz şeyler değil, silah değiştirmek ve yürümek gibi her savaşta bolca olan şeyler) için girip çıkmanız gerekiyor ki, iyice can sıkıyor.
6. Adamın duruşuna göre bazı bölgeleri seçemeyebiliyorsunuz. Hayır, bahsettiğim şey görünmeyen bölgeler değil. Mesela öyle bir durmuş ki, koluyla kafası yanyana. Kafasının etrafında crosshairi dolaştırıyorsunuz ama sürekli kolu hedefliyor. Bir kaç kere başıma geldi çok can sıkıcı.
7. Real-time savaş arada kalmış. RPG desem, tam değil. Zira crosshairi adamların üstüne getirmem gerekiyor, FPS desem değil, zira getirsem de vuramayabiliyorum. Karakterin 10 agi ve 80-90 weapon skilli var ama benim fare yeteneğimle kısıtlı. Normalde çok sorun değil ama sizin aksinize düşmanlar ani sıçramalar yapabiliyorlar. Sıçramadan kastım, birden hızlı hareket etmek. Unreal Tournament oynayanlar bilirler, iki kere sağ yürüme tuşuna falan basınca atlar ya, onun gibi. Ama birden yapıyor bunu Fallout NPCLeri. Hani atlamadan önce yerden güç alma ya da atladıktan sonra kendini toparlama süresi yok. E ben ne anladım bu işten? Real-time savaşlar zor olmasa da arada çok keyifsiz olabiliyor.

Özetlemek gerekirse Fallout savaşları genelde çok eğlenceli olsa da, aynı zamanda pek çok zaman da saçma sapan durumlar veya tasarım eksiklikleri yüzünden sıkıcı, uğraştırıcı ya da "RPG" türüne yakışmayan durumlara dönüşebiliyorlar (RPGden kastım eski Fallout oyunları değil bu arada, derinlikten bahsediyorum).


Gelelim RP öğelerine...
Dünyayla başlıyorum.. Hakkını vermek lazım, Bethesda oldukça geniş bir post-apocalyptic dünya vermiş bize. Oyunu bitirdiğimde level 18 falandım, ne mutanttan ne başka birşeyden korkum vardı (yugioları tek vatsta sorunsuz öldürüyordum, deathclawla karşılaştığımda bile çok sorun olmamıştı ki bir kaç level önceydi) ve buna rağmen bölgelerin yarısına falan hiç uğramamış, kalanların da hepsini tam gezmemiştim. Öte yandan şunu eklemem lazım. Tekrar oynadığımda özel olarak oralara gitmedikçe muhtemelen birşeyler değişmeyecek, zira çoğu yer uzakta. Ha ben freeplay severim, gider gezerim ayrı. Ama demek istediğim, hani ana görevi yaparken çoğu yerden haberiniz bile olmayacak muhtemelen, ya da haberiniz olsa da çok alakasız taraflarda kalacak. Ben genel olarak sevdim, yıkık dünya kendini tekrar ediyor görünse de, bunun sebebi tasarımdan ziyade gerçekten böyle bir dünyanın böyle olmasıdır. Ki dolanırken çok sıkıldığımı söyleyemem. Bethesda bir de güzellik yapıp auto-walk koymuş ki, gerçekten güzel olmuş. Bir bölgeyi keşfettiğinizde (keşfetmek anladığım kadarıyla belirlenmiş bir alana girmeniz demek oluyor) artık haritanın herhangi bir yerinden oraya yolculuk yapabiliyorsunuz. Hiç bir yer çok uzak ve alakasız değil, yani yarı yolda bir yere gitmeye karar verirseniz kaldığınız son noktaya olmasa da yakın bir yere dönebiliyorsunuz, bu da insanı oldukça rahatlatıyor. Washington civarında kurulu olan haritada, bölgenin belli yapıları tabi ki atlanmamış. Bunların bazılarına görevler için gideceksiniz, bazılarınaysa dolanırken denk geleceksiniz. Mesela ana görevlerde uğramadığımız Beyaz Saray'ı bi tarafa geçerken "aaa.. beyaz saray lan bu:DDD" diye farkedip şöyle bir göz atmıştım. Dolanırken etrafa dikkat etmekte de yarar var: Arkanızdan sinsice gelen yu-gi-oh tarafından enseye tokat yememek gibi bir avantajın yanısıra, capitol wastelandsi dolaşan tüccarlar, katılabileceğiniz çatışmalar ve bazen radyonuzda aldığınız bir frekansın kaynağını saptamak gibi durumlar da var. Son olarak su kaynaklarından içtiğiniz su ve öldürdüğünüz yaratıklardan çıkardığınız/satın aldığınız radyoaktif. Her ne kadar bu çok düşük seviyelerde de olsa uzun vadede eğer rad-away almazsanız sorun olabilir (ki zibilyon tane rad-away bulabiliyorsunuz).
Kısacası ben Capitol Wastelands'i sevdim. Gerçi daha fazla açık yol ve daha küçük bir harita alanı işleri kolaylaştırabilirdi; ama bu şekilde daha bir gerçekçi olmuş sanki.

NPC etkileşimiyle devam edelim. Klasik olarak SPECIAL ve skill puanlarınıza göre farklı konuşma seçenekleri çıkabiliyor. Buna ek olarak Karmanız da arada devreye girebiliyor. Tabi Speech en önemlisi. NPCLer genelde yerleşimlerde toplaşmış bulunuyorlar (haliyle). Bunlara ek olarak dediğim gibi dolanan tüccarlar var. Tamir yeteneğine sahip NPCler para karşılığı tamirat yapabiliyorlar, yine bartera göre alım satım işleri falan yapabiliyorsunuz. Seslendirmeler işi keyifli kılıyor ve NPCler genelde hoş hazırlanmış. Bazıları çok klişe tipler, bazıları çok alakasız. Absürd olanlar arada deliler... Oldukça iyi. President Eden'ın kim olduğunu son ana kadar farketmemiştim mesela, öğrenince baktım "..klasik" diye gülümsedim. Öte yandan eden'in yardımcısı eleman, en son öldürdüğümüz, çok boş göründü gözüme. Yani nerede Leu-tenant, nerede bu. Hiç bi derinliğini göremedim. Eden'ı da self-destruction'a 3 karizma ve 20 speech ile ikna edemesem daha mutlu olacaktım. Evet hoş fikir ve "klasik", yani falloutun retrofütürizmine ve atom çağı havasına gitmiş bence, ancak yine de bir master'ın derinliğiyle karşılaştırılamaz. Diyaloglar genelde güzel hazırlanmış ama işte, Black Isle gibi değil. O adamların ince zekasını burada hissedemiyorsunuz. Ama kötü de değiller, genelde az çok doyurucu.

Özgürlük konusu var, evet çok özgürsünüz. Dediğim gibi, yapılacak çok şey var ve bunları bulmak size kalmış. Bunun yanında belli durumlarda iyi/kötü tercihleri yapabiliyorsunuz. Bu tercihlerinize göre karmanız belirleniyor ve karmanızın seviyesinin avantajları ve dezavantajları var. Sizin için hayırlı olan, sizin karma seviyenize yakın adamlarla takılmanız. İyi karmanız varsa mesela, Megatondaki Jericho'yu alamıyorsunuz bile, ama BoS'daki paladin hatun direk katılmak istediğini söylüyor. Slaverlar size surat yapıyor ama pek çok yerde insanlar ününüzden dolayı size yardım etmeye eğilimli oluyorlar. Sonraki karakterimi kötü karmalı yapıp diğer taraflara da bakacağım.

Mekaniklere bakalım bir de. SPECIAL duruyor. Ancak skill-trait-perk sistemi elden geçirilmiş. Traitler artık yok. Benim gibi Gifted alırım yeaa diyip SPECIAL belirlerseniz elinizde patlıyor:P Skiller artık 100 üzerinden ve belli skiller kaldırılmış. Gamble ve Outdoorsman yok mesela. Traps artık exposives olmuş.. Gerisi de aynı gibi. Ha, doctor+first aid birleşip medicine olmuş. Biraz daha derli toplu hale gelmiş, oyuna uygun olmuş. Perklerse her levelda alınıyor ama eskisinden farklılar. Mesela eskiden yüksek seviyelerde alınan SPECIAL artımı daha baştan alınabiliyor. Gifted hüsranına uğrayıp 3 INT ile başladığınızda işe yarıyor, söyleyeyim. Skiller artık gördüğüm kadarıyla bir state bağlılar. Hani eskiden başlangıç skorları (AGI+PER)x2 gibi şeylerdi, tag alırsanız 30? daha eklenirdi ve TAG skiller hızlı artardı. Artık tag skill demek, +15 demek. Zaten max 100. Bir kaç kolda güçlü bir karakter yapmak zor değil, hele INT'iniz düşük değilse ve skill artıran perkü alırsanız. Kitaplar da 1 skill puanı veriyorlar artık ve bol bol bulunuyorlar. Son olarak Bobbleheadler var, bu oyuncaklardan her bir SPECIAL ve Skill için bir tane var ve ilgili SPECIAL'a sanırım +1 veriyorlar kalıcı olarak (hiç SPECIAL bobbleheadi bulmadım), skill için olanlarsa kalıcı +10. maximumlar yine SPECIAL için 10 ve skill için 100, yani bobbleheadleri toplamayı düşünüyorsanız skilleri 90da bırakabilirsiniz. Hatta belli ekipmanlarla daha da az gerekebilir. Örneğin Enclave Officer Hat +5 energy weapons veriyor. Ekipman demişken, her türlü cephane (roketler falan dahil) ve tıbbi ekipman (stimpack, radaway, radx, morfin (medx)) artık hiç ağırlık yapmıyor.

Yine güzel görünüyor değil mi herşey? Oynadıkça değişiyor ama bu düşünceler, bazı eleştiriler oluşuyor insanın kafasında. Onlara gelelim..

Öncelikle mesela çocuklara ateş edemiyorsunuz. "oha manyak mısın" lan demeyin, 39403840985094 fallout oyunumda sadece 1 adet child-killer olmuş karakterim oldu, hani evet, yokluğunu hissetmem fazla, ama önemli olan bir seçenek olarak kaldırılmış olması. İnandırıcılığı bitiriyor. Hadi onu anladım, bir de üstüne ölmeyen NPCler var arkadaş, bu nasıl iş. Adamın kafasına ateş ediyorum, şuurunu kaybediyor. Üstüne bir de kalkıyor ama düşman değil bana. Lan biz demin çatıştık, ben senin kafana shotgun sıktım?! Nasıl yani?!!!
Ol-ma-mış. Tasarım zayıflığı.

Yine sadece belli bir anahtarla açılan kapılar olduğu gibi, oyunun güzel bir detayı olan lockpicking olayını elektronik kapılara yapmak gibi bir durum olması da ayrı bir saçmalık. (hack olayı da yine kendi ekranına sahip, science'a göre kolaylaşıyor, güzel olmuş lockpick gibi) Hani niye? Yani. Yok, küçük detaylar ama atmosferi dağıtıyor.

Başka bir eksiklik, konuşmaların kaydedilmemesi ve hiç bir log ekranı olmaması. Ne combat log var, ne detaylı bilgi ekranı. Ne görüyorsanız o. O kadar. Ne eksik ne fazla. Hadi detaylı bilgiyi bir yere kadar anlıyorum (hoş pipboyda olsaydı bari, orada bile yok, sadece item isimleri var) ama combat log da yok? Kaç damage vurdum lan ben görmek istiyorum. Ona göre silah kullanıcam. Yok. Kare sayıyorsunuz VATSta.

Gelelim Pipboya. Arkadaş, ne pipboymuş. Hayatınızın bayağı bir kısmı pipboy ekranında geçecek söylemedi demeyin. VATSın akıcılığı öldüren hali yetmiyormuş gibi, Bethesda kısayol da koymamış. Gözünü seviym bloodlines'ın. O da Realtime savaş, o da RPG. Ama 2 tuşla silah/disiplin değiştirip çatır çatır savaşıyorsun. Fallout 3deyse pipboy aç, silah ekranına gel, bombayı tıkla, pipboy kapa. Bombayı at (Vatsta atıcaksan vatsı aç, adamı seç, tıkla, izle). Sonra tekrar pipboy aç, silah ekranı açık bu sefer neyse ki, assault rifle tıkla, pipboy kapa. Hasar mı aldın? Pipboy aç, stat ekranına gel, stimpack tuşuna bas, pipboy kapa. Pipboyu her açma kapama sırasında karakterin kolunu getirmesi ve götürmesini izlemeniz yeterince can sıkıcı değilmiş gibi, bu sırada zamanın donması da ayrı bir komedi. Nasıl real-timemış o anlamadım ki. Oyunun savaşlarının ve ilgili etkileşimlerinini inandırıcılığı maalesef sıfıra iniyor ve bir de can sıkıcı ve zaman alıcı oluyor.

Ha sonra bir de dünya konusunda durumlar var. Mesela Ghoullar nedir öyle arkadaş, bildiğin koşuyorlar zıplıyorlar. Lan eti çürüyor onların, dökülürler be. Bi de President Eden görünüşe bakılırsa gerçekten "iyi" niyetli. Yani yaptığına inanıyor. O zaman niçin alt katta super mutantları araştırıyorlar, niye güçleri deathclawları kullanıyor? Biraz çelişir gibi geldi bana. İronik değil de, çelişir olmuş sanki. Zira bir iki yüzlülük varsa kendini patlatmayı kabul etmesi havada kalıyor.

Sonra skillerin 100 olması bana direk "konsoool" dedirtti. Hani karakter hem silah kullanan hem lockpick yapan hem science hem ot hem bok olabiliyor. THE MÜKEMMEL WANDERER! =rpg ölür. Oyunun sonunda belli NPC/şehirlere neler olduğunu anlatsa güzel olurmuş bi de. Bi de NPC etkileşimi.. Yahu allah aşkına, Fallout 1 ve 2de daha çok seçenek vardı. Tee kaç yılının oyunları. Bi de NPCler sadece combat üstüne. Hani mesela şu kütüphaneye gittim, yanımda Brotherhood of Steel liderinin sağ kolu gibi bir paladin var, kıçıkırık yeni Scribe olmuş hatun bana "burası BoS kontrolünde sktirin gidin" falan yaptı. Yok artık ya. Oyunun sonu mesela. Hani saatler önce Fawkes bana radyoaktif bölgeden GECK çıkarıp getirmiş, "ben yemiyorum abi radyoaktivite" diyerek. Yanımda duruyor Fawkes, biz hatunla hangimiz radyoaktif bölgeye giricez diye konuşuyoruz. Lan fawkes var?! Nası saçma ya.

Küçük bir kaç not. Karakter yaratma kısmı şahaneydi. Retrofütürizm oldukça güzel yansıtılmış. Bir başka not, small/big arms dışında hedef alamıyoruz hiç birşeyi. Hani sledgle bacağını kıriym yok. En azından VATSta. Niye? :S

Genel olarak gördüğümü söylim. Fallout 3 fena bir oyun değil. Genelde action oynayanlara CRPG'ye başlangıç için önerebileceğim bir oyun. Yeni nesil CRPG oyuncularına da önerebilirim. Ama eski Falloutçular ya da genel RPG takipçileri için, oyuna biraz affedici yaklaşmalarını öneririm. Zira böyle bakarsanız oyundan keyif alabilirsiniz, ancak oyuna falloutun devamı diye bakarsanız, nefret edersiniz, zira fallout 3, fallout serisinin "spiritual successor"ı değil.

4 Kasım 2008 Salı

Lan STALKER!!!!

Ohahahahah şu an gülüyorum ama elim ayağım titriyodu 5 sn önce, hatta kolumda hala gerginlik hissi var.
Çıkmışım scientistlerin olduğu yerden, wild bilmemne'ye. tam girdim, o merclerin tuttuğu inşaat mekanına gidiyorum.. blowout. saklandım oradaki trene, gelen mercleri de köşede bekleyip keklik gibi avladım. Sonra inşaata çıktım, oradan şu tünel girişi olan tarafa geçiym dedim (orada bi bloodsucker saldırdı ama allahtan mercler zayıflatmış, 2 mermide indi). Geçtim, sonra oradaki kuleye çıktım, gardaki çatılardan devam ettim, şu radyoaktif binanın yanındaki merdivene tırmanıp borulardan girişe doğru gittim. Borulardan inmeden aşağıdaki bir kaç rat, blind dog, 3 bandit ve bir snorku harcadım. Mermim az, ama temiz diye indim.. Cesetleri yağmalarken oradan bir bloodsucker çıkmasın mı! Taradım taradım öldürdüm, ama savaşırken de gidiş yolumda silahlı bi adama vuran zombi gibi bişi gördüm. Neyse sucker ölünce bi döndüm... 3 tane Islom, bi mercü araya almışlar, tam o sırada merc öldü ve 3ü bana koşmaya başladı. Nasıl panikledim, zaten sucker beklenmedik zamanda saldırmış. Yanlarından koşarak geçerim derken o tünel gibi yerden bi tane daha çıktı!!1 LAAAANNNNNN diyerek yan taraftaki hafif yükseltili yere zıpladım, islom güruhu ilerki rampadan tırmanırken geri atladım, koşa koşa o tünele girdim ve SKYMYHSRHHSDJSHFKJSFHKFJHFJKFH efekti içinde merdivene koştum, hatta merdivenin arkasındaymışım LAAAN NIYE TIRMANMIYO ÜHÜHÜÜHÜHÜHÜHÜ diye kaldım, zira arkadan HACCJJİİİİ SOOODHHHA SOOODHAA diye izlomlar geliyordu, sonra farkedip yukarı tırmandım ama o sırada şöyleyim: "LLAAANNNTIRMAMANNNHÜHÜÜHÜHÜBÜHAHHAHAHAAHHAHAHAHAHAHAHAHH"
delirdim lan. ehuehe. süper oyun ya. alt+tab yaptım bunu yazdım anın heyecanıyla evet. oyuna döniym ben.

30 Ekim 2008 Perşembe

Yine Rüya

Evet.
Ya şey oluyo. Şimdi ben evden bi yere gidicem. İstanbul muuu neresi emin değilim. Bisiklete binip evden çıkıyorum, sırtımda çantam.. tam servisin falan olduğu yere gidecekken bakıyorum yol karanlık. Dinamoyu yerleştiriyorum bisikletin.. bi bakıyorum köpekler. Amaaan derken başka biri geliyo scooterla, hah diyorum geçerim arkasına gideriz beraber. Adam tırsıp dönüyor. Ben de dönüyorum. Sonra tam hatırlamıyorum bişeyler yaptım.. Sonra büfenin birine gidicem, artık yazıhaneyi aratacağım ki, hani abicim ben geliyorum da kaçırdım servisi otobüs bekliyorum gardan geçen, bekletin arabayı tadında. Büfeye gidiyorum. İngilizce başlıyorum lafa, sonra pardon ya napıyorum diyip Türkçe'ye geçiorum. Böyle bi detay vardı ne alakaysa:D
Çok garip bi rüyaydı ya çoğu dağıldı aklımdan ama yine stresli falandı. Acaba otobüs kaçırma dün tiyatro çalışmaısna geç kalmış olmamdan falan mı oluştu ki? Accayip gerildim çünkü. Neebileyim. Sabahın köründe işim gücüm yok mu ya gittim ben kkthxbai.

28 Ekim 2008 Salı

Nerdesin lan?!

Yeni blog açtım diye bir havalar. İçinde yazı yok, tüüü!

Ama bu aralar bana birşeyler oldu arkadaşlar. Ben bu aralar eccayip bir sosyal oldum. Tiyatro çalışmaları, EMO toplantısı, arkadaşlarla çıkmalar falan derken; bu pazar bir tesisat sorunu yüzünden oyunu oynatamayıp evde kalınca cidden mutlu oldum. Oyunu oynatmayı da istiyordum gerçi ama, hani bir günü rahat rahat evimde geçirmek iyi geldi. Bugün de öyle bir gün. Ama temizlik var, cevaplanacak mailler var.. Var da var. Daha da var.

Tiyatro topluluğuna girdim dediğim gibi.. Kahvemi alıp geleyim. Geldim. Hayır niye yazıyosam sanki görüyosunuz boşluk verdiğimi. Kıhkıh. ABİCİM. Üşüyorum şu an. Şu rüyadan kalktım anaaağğğğmmm diye fırladım yataktan (ki çok alakasız ve saçma bir tepkiydi, zira öyle bir şokla falan uyanmadım. öyle yataktan fırlarken gaza geldim) sonra bi üşüdüm.. bi üşüdüm! Lan nası titriyorum! Savallı bacaklarımısssss diyerek bi esofman altı giydim önce. Sonra savallı kollarımısss savalllıss bedenimisssss diyerek şu uzun kollu dalgayı giydim. Haala üşüyorum. Savallı biiisss diyerek mutfaga kostum kaave suyu koydum sonra buraya geldim. Aslında şimdi kahve midemi yakıcak ama çok üşüdüm. İçiyorum ya. Vallahi içtim. Kaave güzel bişey ya. Da sırtım da üşüyo. Salak salak hareketlenmeye başladım sandalyede. Kulaklııımı geçirdim, Yasemin Mori fısıldıyor "dünyada üzgün olmaya değer ne var" diye.

Neyse yahu, ne diyordum? Hah, evet, tiyatro! Öncelikle Allah, ne bilim, zeus, odin, ilmater ya da işte bilimum ne tanrı benim cezamı vermesin. Vermesin çünkü yemiyor, o kadar tanrı bi ceza verirse var ya, adam mahvolur. Ama yani, ben bugüne kadar bu işi niye yapmadım?! Niye?! NİYE! Zararın neresinden dönülse takla atar parandeyle bitiririm diye düşünerek kendimi teselli ediyorum. Hayır bi de çok rasgele katıldım. Deufbkt standı için masa baktım, bulamadım (hep medikonun yanında olurdu) sonra stand olan yere gittim. Bi baktım iki üç kız bi masaya bişiler yapıştırıoylar ediyolar. O ne ki yaaaa diye gittim, tiyatro diyo. Oyunlarına dair bişiler vardı sanırım, yaklaştım, yaklaştım... ve pıt... Puzzleın parçası oturdu yerine. Meraba, dedim, bişiler dedim, katılmak istiyorum ama saatler nası falan dedim. İki dakikalık konuşma sırasında çok sevdim insanları. Sonra pano taşımalarına yardım ettim, arada biraz daha konuştuk, tamam ya, dedim, evet, budur. Ne mi konuştuk? Hiç bilmiyorum, çok sevgili Demet vardı, bi de ikinci öğretimden bi arkadaş, işte nerde okuyosun hangi bölüm, fizik çok zor falan diye muhabbetler. Ama gözünün feri var ya insanın.. o ne ya? Fer ne ki? Bilmiyorum ben. Ama işte elektriği aldım. Ve toplantıya gittim (buradan bu yazıyı okumayacaksa da bana gaz veren kimberley'e de teşekkür gidiyor) alllllahh bee diye geçirdim içimden, şahane. Atölye yapıldı, "seçme" yapıldı, hala oradayım. Devam ediyorum. Ortam şahane, insanlar çok tatlı, yönetmenimiz fevkalade, en azından şimdilik ;P Zaten büyük bi heyecanla Uğur abiyi aradım (belediye tiyatrosunun yönetmeni) dedim abi böyle böyle falan. Bak oradan belli ya bende bi değişiklik var. Hayırsızım da normalde bayağı (uğur abi alıştık artık senin hayırsızlığına eşşek didi mesela).

biradımatsanbaanaadoğru. Bu yasemin mori çok hoş yau. ben çok beğyendim.

böyle yani durum, tiyatrodan çok mutluyum. bi de şekker bir 1. sınıf çıktı oradan, o da hoşuma gitti. "meslektaş" falan, hani algoritma ödevine yardımcı oldum falan (ve hayır, ödevi yapmamı istemedi, gerçekten konu anlatma şeklinde mantığını yer yer beraber bakarak çözdük, hazıra konma durumu olmadı), zaten eğlenceli bir arkadaş kendisi de. mesela ondan öğrendim emo toplantısı varmış ona gittim. ordan çıkışta bi arkadaşla alsancağa gittik falan. öyle bir zincirleme sosyalleşme durumları.

bak nası sosyalleşmişsem geçen tamamen random bi hatunla tanıştım. kampüsten bi hatun yani. tanıştık konuştuk, sonra birimiz sağa birimiz sola gittik. arada yine denk gelip el salladık. normalde ben böyle random birine laf atıcam, konuşma başlatıcam falan. Hohohohohohohahahaha. Yani. İlahi.

neyse işte, öyle yani, bu aralar gidişattan mutluyum da, vakit sorunu olur gibi oldu, eve geliyorum yorgunum felan oluyorum felan yani. FELAN. FELLONY.

kkthxbai.

Rüya

Bazı rüyalar vardır ya, gerçekten hissedersiniz birşeyleri. Az önce bana silah çekildi. Politik bi durum vardı, bir cinayet gibi birşeyler. Ama cinayet değilmiş gibi gösterilicek falan. Ve senaryoya göre koşuşturmaca olması gerekiyomuş guya. Bi bakıyorum, birileri koridorda ayak sesi yapıp yere ıvır zıvır şeyler döküyor gerçekçi olsun diye (hani koştururken saçılmış gibi). Sonra beni pis pis arada da kesmiş olan adam içeri giriyor, panjuru kapayıp kapıyı da kilitliyor. O an anlıyorum, adam döndüğü gibi çekiyor silahı. Ne yaptığını bildiğini farkediyorum adamın. Dua ediym diyorum, ama tek amacım biraz daha vakit kazanmak. Olmaz, diyor, bu da dua edicem diye başladı bitiremedi. Sağa doğru bakıyor, dönüyorum, orada birisi daha var. O sırada bu abinin üstü geliyor, bunu birşeylerle suçluyor; bi şekilde beni öldürmüyolar falan. Ama hiç hoş bir duygu değildi bu rüyayı yaşamak zira herşeyin bitme, herkesi kaybetme duygusunu gerçekten hissettim.
Naalakaysa arkadaş. Rüyaya gel.

6 Ekim 2008 Pazartesi

O değil de

Kanyak güzel ama bi gıcık yapıp boğaza takıldı mı çok pismiş yau. Öksürürken boğazımın yarısı gitti heralde.


Ha bu arada, öyle denk geldi konular, alkolik değilim ben. Valla. Hırsızlık hiiç iyi birşey değildir, hatta çoook kötü birşeydiir. Arkadaşlar öyle boş boş bakmayın, hırsız diyorum, cüzdan diyorum, çalındı diyorum. Bİ TEPKİ VERİN LAN!

Beer beer beer!

Çağlayan: Teşekkürler.

Ragnor&Jhemm: Cheers!

----

A long time ago, way back in history,
when all there was to drink was nothin but cups of tea.
Along came a man by the name of Charlie Mops,
and he invented a wonderful drink and he made it out of hops.


He must have been an admiral a sultan or a king,
and to his praises we shall always sing.
Look what he has done for us he's filled us up with cheer!
Lord bless Charlie Mops, the man who invented beer beer beer
tiddly beer beer beer.

The Drunken Rat, the Aiken Drum, the Trowles Pub as well
one thing you can be sure of, its Charlie's beer they sell
so all ye lads a lasses at eleven O'clock ye stop
for five short seconds, remember Charlie Mops 1 2 3 4 5

He must have been an admiral a sultan or a king,
and to his praises we shall always sing.
Look what he has done for us he's filled us up with cheer!
Lord bless Charlie Mops, the man who invented beer beer beer
tiddly beer beer beer.

A barrel of malt, a bushel of hops, you stir it around with a stick,
the kind of lubrication to make your engine tick.
40 pints of wallop a day will keep away the quacks.
Its only eight pence hapenny and one and six in tax, 1 2 3 4 5

He must have been an admiral a sultan or a king,
and to his praises we shall always sing.
Look what he has done for us he's filled us up with cheer!
Lord bless Charlie Mops, the man who invented beer beer beer
tiddly beer beer beer.

The Lord bless Charlie Mops!

4 Ekim 2008 Cumartesi

S.T.A.L.K.E.R. + Oblivion Lost, Vol. II

Oh yes.

Devam etmeden önce bi iki şeye daha bakalım. Mesela yapay zeka. Oldukça hoş ve gerçekçi. AI nöbet tutuyor, dolanıyor. Saldırı anında siper alıyor, hareketi koruyor, bomba atıyor. Grup halindelerse örneğin iki kişi dikkat çekmek üzere ateş ederken bir kişi sağdan iki kişi soldan dolanıp düşmanı çevrelemeye çalışıyor. Duruma göre saklanıp yerini belli etmiyorlar.Ve hain herifler, hiç de seslerini çıkarmıyolar! Öldürdüm sanıp loota başlıyosun, sessizce arkana gelip shotgunı dayayıveriyorlar enseye! Eğer farkedersen, ya da farkettiğini düşünürse diyelim, zira adamı bazen görüyosun ama o senin gördüğünü farketmeyip gizli gizli geldiğini sanıyor, sonra dönüp BAM diye kaşlarının ortasına koyuyorsun buckshotı. Düşmanlar da kanıyorlar sonra, bandajları yoksa kanayıp ölüyorlar. Sonra loot yapıyorlar! Üstüne bir de daha iyi silah bulurlarsa kullanmaya başlıyorlar. Bunu kullanmak da mümkün, örneğin, özellikle bir çatışma olacağını biliyorsan, gidip adamlara daha iyi silahlar satıyorsun ya da yere bırakıyorsun, hemen kapıyorlar ve bi ellerindeki fort-14 tabancaya, bir de verdiğin AK-74'e bakıp tüfeği çekiveriyorlar. Ha bu arada, farketmek falan diyordum. Yapay zeka otomatik olarak yerini bilen türden değil. Yani yakın sayılabilecek mesafelerden bile adamları gizlenerek öldürmek tamamen mümkün. Tabi susturucu kullanmak lazım, aksi takdirde BADADADADABURADAYIMBENDADADAD şeklinde ateş ettiğinden pek anlamı kalmıyor. Adamların silahın parlamasını veya seni görüp farketmeleri pek tabi mümkün, ancak doğru şekilde yapınca adamları teker teker temizlemek de son derece yapılabilitesi yüksek. Yapay zekanın tepkilerini görmek de güzel oluyor. Hele susturucusuz bir sniperla adamlara uzaktan saldırıyorsanız falan, görmelisiniz, kafayı yiyorlar. Bir sağa bir sola koşturan, eğilen kalkan saçmalayan tipler. Yerinizi görürlerse saldırıya başlıyorlar, ancak adamlar saklanırken, bakmıyorken (ya da mesela bomba atıp siz bakmamalarını sağlayabilirsiniz) yer değiştirmek mümkün, tekrar farkedene kadar sizin eski yerinizde olduğunuzu var sayıyor adamlar. Tabi veteranları kafalamak kolay olmuyor, ama yine de mümkün. Ah ,evet, stalkerlar tecrübe seviyelerine göre sınıflandırılıyorlar ve PDA (el bilgisayarı diyelim) aracılığıyla etraftaki Stalkerların isim, grup, oyuncuya karşı tavrı ve tecrübe seviyesini görmek mümkün. Yani etrafı temizledikten sonra PDA'ya bakmak iyi oluyor, zira bir veteran düşman varsa muhtemelen çıkıp lootlamanızı bekliyordur. Öte yandan iki acemi varsa belki çok da sorun olmayacaktır (tabi elinde Obakanlarıyla bekleyen iki adam acemi de olsa bir tehdittir, orası ayrı). Gördüğünüz üzere anlattıkça anlatıyorum, zira oyundaki olayların sonu yok. AI boşken de süper. Stratejik noktaları tutuyorlar, bu noktalardan küçük gruplar birleşip ava çıkıyorlar, dolanıyorlar. Bir noktayı tutarken bir kısmı nöbette bekliyor, bir kısmı dolanıyor, bir kısmı ateşin başına ya da korunaklı bir yere oturup geyik yapıyor, gitar çıkarıp şarkı söylüyor! Oyunun inanılmaz atmosferinde, inanın bu anlar çok değerli oluyor. Hani bir grup loner (anlatıcam) görüyorsunuz, yanlarında bir kaç zombi cesedi var, bi ateşin başındalar.. Gidip oturasınız geliyor. Hele geceyse.. Oh, evet. Gece. Neyse, böyle yani, adamlar kendi aralarında takılıyorlar. Ayrıca öyle silahınızı sallaya sallaya yaklaşırsanız hepsi silahlarını çekip tip tip bakıyorlar. Silahla konuşmaya çalışırsanız bırak len onu diyorlar bir kaç kere, dinlemezseniz yumruğu geçiriveriyorlar. Yaa, yaa.

Loner dedim, oyunda bazı gruplar var. Loner dediklerimiz, bir tarafa bağlı olmayan, kendi aralarında kurdukları kampları olsa ve birbirlerine yardım etseler de, temelde tek başına takılan asıl stalkerlar. Bu arkadaşlar Zone içinde dolanıp, anomalyler arası seke seke dolaşıp artifact topluyorlar. Klasik olarak banditler var. Emeğe saygı!!!11 mottosundan nasibini almamış bu şerrefsizler, dostum izmirli dedin ama zenci çıktı diye köşeden fırlayıp stalkerları öldürüp mallarını çalıyorlar. Yine klasik olarak military abiler var. Bunlar kağıt üzerinde mekanın hakimleri, ve arkalarında hükümet olduğundan gayet sağlam silahları oluyor. Böyle kafalarına göre stalker kamplarını basıyorlar ve %90 kill-on-sight modundalar diğer herkese karşı. Mercenary abiler var, bunlar çeşitli gruplar tarafından para yedirilmiş, iyi silahlarla donatılmış, belli amaçlar peşinde koşan tipler. Daha bir "faction" tadını veren iki grup var. Birisi Duty. Bu abiler Zone içinde kontrolü sağlamak peşindeler. Zone içinde mutantlar ve benzeri tehditlerle savaşarak, artifact yağmalama olayını minimuma indirip düzeni kurarak bir yerlere vurmayı umuyorlar. Duty ile savaş durumunda olan Freedom grubuysa, Zone'u kontrol etmek yerine anarşist yaklaşımlar peşindeler. Bu adamlar Zone'un merkezine yerleşmiş Monolith grubuyla pek bir diş dişeler, ancak onun dışında proaktif olarak Duty'ye karşı savunma yapmak dışında bir konuyu zorlamıyorlar. Monolith ise religious fanatics modunda, Zone'un merkezinde bir Monolith olduğuna ve dilekleri gerçekleştirdiğine dair efsaneye inanıyor ve bu monolithe tapıyorlar. Bu amcaları oturmuş tapınırken falan görmek mümkün, çok eccayipler. Son olarak bilim adamları var, bu abiler de araştırma peşindeler, orada burada görmek mümkün, ayrıca bir de base of operations tadında bunkerları var. Duty ve Freedom gruplarına katılmak, bilim adamlarına da destek vermek mümkün. Eğer bir tarafa katıldıysanız, adamlarına gidip gel hacı tek başıma tırsıyorum diyerek bir grup oluşturabilir, toplu şekilde gezip önünüze gelene üç tekme de basabilirsiniz ki, bu da ayrı bir keyifli olay.

Bu arada bakın yine bir bilgi çıktı arada.. Zone'un kendine has mitolojisi var. Monolith bunlardan biri. Örneğin başka bir inanca göre reaktörün oralarda ölümsüz bir controller var. Bu tarz muhabbetleri diğerlerinin PDAlarından indirmek mümkün, Local Folklore adı altında saklanıyor PDAnızda.

Controller demişken, oyundaki rakiplerinize de değineyim. Bu saydığım factionlara mensup, çeşitli silah ve zırhlara sahip insanların yanısıra, çeşşit çeşit mutant var. Kör mutant köpek sürülerinden, kan emen görünmez yaratıklara; poltergeist denen hayaletimsi varlıklardan snork denen hayvanlaşmış mutant stalkerlara... ve tüm hepsinin en korkuncu ve tehlikelisi diyebileceğimiz, psişik saldırılar yapan Controller'a... Rakip olmasa da başınıza bela olacak başka bir şey de anomalyler. Bahsetmiştim herhalde kısaca ama yine değineyim. Bunların hepsi farklı bir olaya sahip. Birisi sizi çekip havaya savururken, biri asit gibi yakıyor, öbürü elektrik çarpıyor. Bunların etki alanlarını kontrol etmek için sonsuz sayıda vidanız var, atıyorsunzu yere, düştüğü yerde bişey olmadıysa güvenlidir, basabilirsiniz. Yoksa KABAZJJJZJARRR diye elektrik dalgaları uçuştuysa, yolunuzu değiştirmek hayırlı olacaktır. Anomaly olmasa da belli bölgelerde radyasyon seviyesi de yükselebiliyor. Eğer korunmanız yoksa, inventory'den de göreceğiniz üzere radyoaktivite vücudunuza yerleşmeye başlayacaktır. Bu da gittikçe artan seviyelerde hasar görmek demek. Radyasyondan kurtulmanın rahat yolu anti-rad ilacı almak. Ancak bu ilaçtan yoksa vodka da içebiliyorsunuz, tabi görüşünüz falan değişiyor, sallanmaya başlıyorsunuz o ayrı. Rakipler zorluklar diye madem uzattım, bir de şey olayı var. Silah ve zırhınız hasar alıyor. Tamir ettirebiliyorsunuz gerçi ama yine de bir gözünüzü orada tutmak gerekiyor. Özellikle zırhlar için, zira durabilitysi düştükse korumaları da düşüyor. Bir bakıyorsunuz delik deşik olmuş aşmış zırhınız, çakma bir ceket kadar bile koruyamıyor sizi. Yaa, yaa.

Hah, şimdiiii. Ne diyordum?

Nedir bu oyunu "aaabiiiiii" diye anlattıran? İşte işte, tüm bu olayların birleşimi. Yani şöyle oluyor mesela. Kamptan çıkıyorsunuz bir görev için, kampın hemen dışında dolanan stalkerlara mutantların saldırdığını görüyor ve yardıma koşuyorsunuz. Kısa bir çatışmanın ardından mutant köpekleri yeniyorsunuz, yaraları sarıp birşeyler yiyorsunuz. Sizin stalker kankalar da aynısını yapıp bi tarafa doğru gitmeye başlıyorlar. Bakıyosunuz.. siz ne ya. Abi bakıyosun, gittikleri yer stratejik bir nokta; köprüdür, küçük bi köy ya da büyükçe bir binadır.. E tabi gönlün el vermiyor, yürüyün kardeşlerim diyerek sen de katılıyorsun. Saklanıyorsun, sizinkiler dalarken etraftan dolanıp yanlarından giriyorsun. İkisini aldıktan sonra yerini farkediyorlar, bir bomba sallıyor ve yerini değiştiriyorsun. Seni öldürmek üzere ikisi gidiyor, yeni sote mekanından adamları rahatça vuruyor ve sizinkilerle çatışanların arkasından giriyorsun. İki ateş arasında kalan grubu bitiriyorsunuz. Yara sarıp, yemek yiyip yağmadan payını aldıktan sonra saate bakıyorsun, biraz dinlenmeye karar veriyorsun, zira hava birazdan kararacak ve gece vakti yolculuk etmek tehlikeli olabiliyor. Uygun bir yere gidip kıvrılıyorsun içine uyku tulumunun.... (bilerek bahsetmedim söyleyeceğim şeyden şimdiye kadar)... ve bir zonklama sesiyle, kırmızı bir gökyüzüne uyanıyorsun. NPCler huzursuzca etrafa bakınıyorlar ve heryeri rahatsız edici bir sessizlik kaplıyor. Sonra heryer kararıyor... Ve birden gündüz gibi aydınlanıyor! Saate bakıyorsun... hala gecenin bir yarısı! Nihayet, kendini gösteriyor: Bir sarsıntı, bir gürleme! Zone başka bir kriz geçiriyor: bir blowout! Tüm NPCler deli gibi güvenli bir yer bulmak üzere koşuşturuyorlar, mutantlar kafayı yiyorlar ve saldırganlığın dibine vuruyorlar. Bir dakikayı bulmayan bir süre içinde her yer bir kararıyor, bir aydınlanıyor; arada gökyüzü kıpkırmızı oluyor ve yer sarsılıyor. İçgüdüsel olarak kaçma ihtiyacı benliğini sarıyor. Şanslıysan korunaklı bir yere giriyorsun: Bir sığınak, bir bina, bir tren vagonu! Güvenli bir yere kaçamayacak kadar şanssız olanlarsa kızıl gökyüzü altında inanılmaz yoğunlukta radyasyon ve nükleer serpintiye maruz kalıyorlar. Mutantlar acı içinde yere yatıyorlar, mutant olmayanlarsa genelde hayatta kalamıyorlar; ya da hayatta kalmak için sayısız anti-rad/medkit harcıyorlar, tabi ellerinde varsa. Bir kaç dakika sürüyor bu panik durumu. Son bir kararmayla bitiyor, ve ortaya yeni çıkan pek çok mutant deli gibi en yakın yere saldırıyorlar. Eski anomalyler yokolup yenileri ortaya çıkıyor. Anlayacağınız, korkunç bir kaos bu blowout. Ve rasgele, herhangi bir yerde herhangi bir zaman olabilir. Murphy kuralları genelde işliyor, en olmaması gereken yerde oluyor. Ancak bu oyuna cidden inanılmaz bir gerilim katıyor.. Blowout efektleri zaten adamı bitiren cinsten.


STALKER böyle bir oyun işte. Sizi içine çekiyor, heyecanla kavrıyor, içgüdülerinize ulaşıyor ve kendinizi kaptırmanız için elinden geleni yapıyor. Oyunu olabildiğince kendinizi kaptırabileceğiniz şekilde, mümkünse loş bir ortamda oynamanızı tavsiye ederim. Oyun o kadar dolu dolu ve açık uçluluğu o kadar güzel ki, cidden oyunu oynadıkça oynayasınız geliyor.

S.T.A.L.K.E.R. + Oblivions Lost 2.x is Maelstorm approved. Mael out.

3 Ekim 2008 Cuma

S.T.A.L.K.E.R. + Oblivion Lost

Öncelikle bu yazıyı bana bu oyunu ve modu bulaştıran insanlara adıyorum. Oyunu kimden bulduysam o, tanistlin, pixelponny, kavuncu. Monolith sizi nasıl biliyosa öyle yapsın.

Şimdiii (kalacağın yer Avköy:D), nasıl başlasam diye düşünüyorum. Dııııt. Dııt. Dıtdıtdıtdıtdıt. Tamam. Düşünmedim aslında sadece böyle şeyler yazdım. Ama su kaynadı, kahvemi hazırliym geliym.
Geldim.

Başlayalım bakalım. STALKER, bir FPS, ancak bolca RPG öğesi taşıyor. RPG öğesi denince akla gelen şey tabi hemen tecrübe kazanma, gelişme falan oluyor. Yok canım. Öylesi yok. RPG öğesinden kastım, belli bir serbestlik düzleminde kendi yolunu çizebilme, görevler alma ve ödüllendirilme. Yoksa karakter oyunun başında da sonunda da aynı. Farklı şey, elindeki silah, üstündeki zırh ve belindeki zavazingolar oluyor. Oblivion Lost ise bir STALKER modu. Ancak oldukça büyük bir mod ve pek çok modun özelliklerini alıp birleştirmiş adamlar, oldukça kapsamlı ve buglardan da bayağı temizlenmiş bir hale getirmişler. 2.x serisini oynuyorum, şimdiden söyleyeyim. Oyunun vanillasını bitirmedim, bir yerde bırakıp, patchleyip bir de mod kurdum ve öyle oynadım. O yüzden pek çok şey vanilla da var mı yok mu bilmiyorum. Bu yazı da STALKER+OL 2.x üzerine işte.

Neyse, nedir peki STALKER? STALKER, hayali bir gelecekte geçiyor. Bu evrene göre Çernobil'de ikinci bir nükleer facia yaşanıyor, fakat bu sefer sonuçları farklı oluyor. Nükleer Santral merkezli bir bölge oluşuyor, ki bu bölgeye The Zone diyoruz, ve bu bölgede accayip olaylar vuku buluyor. Çeşitli mutantlar, anomaly adı verdiğimiz anormal oluşumlar... Aslında bir süre kimse yaklaşmaya cesaret edemiyor. Ancak daha sonra birileri buraya girmeyi akıl ediyor. Girip burada oluşmuş radyoaktif maddeleri buluyor, ki bu maddelere artifact diyoruz. Bu maddeler tabi ki el altından satılıyor ve bilim adamları ve/veya koleksiyoncular inanılmaz paralar ödüyorlar. Durum böyle olunca, daha fazla insan girmeye başlıyor. Arttıkça artıyor sayı, ve sonunda Zone içinde kendine has bir sosyal yapıya sahip oluyor. Oyunumuz bu zamanlarda geçiyor. Zone'un, tabir-i caizse genel bakireliği bozulmuş, ancak halen pek girilmeyen ya da efsanelerle anılan bölgeleri var (özellikle merkeze yakın kısımlar). Zaten daha detaylı anlatacağım dünyayı, bu bir ön bilgi olsun.

Sıkıcı detayları hemen anlatıp geçeyim. Oyunun grafikleri teknoloji kölesi değilseniz son derece yeterli. Optimizasyonu pek iyi değil gibi, ancak yine de gayet oynanıyor. Sesler oldukça iyi, seslendirmeler kalbinizi kazanıyor, yine anlatıcam bunu da. Arabirim falan da fena değil. Genel olarak daha rafine edilebilecek bir oyun, hani bir Blizzard Touch iyi gidermiş, ama çekilemeyecek kadar kötü falan değil. Ancak sistem seçiyor dediler, bilemiyorum.

Gelelim güzel kısımlara. Laf lafı açsın, karakterden gireyim. Karakterimiz, "Marked One", bir Stalker, hatta koluna da damga vurmuşlar S.T.A.L.K.E.R. diye. Başka bir Stalker tarafından, hepsinin ölü olması gereken bir grup cesedin arasında hayatta bulunuyor ve Sidorovich isimli tüccara götürülüyor. Sidorovich gibi tüccarlar, Zone'da önemli bir yere sahipler, zira dış dünyayla bağları var. Stalkerlar artifactleri bulup bu amcalara satıyorlar, bu amcalar da dışarıdan onlara silah, zırh, yiyecek falan temin ediyor. Karakterimizin özellikleri az: taşıyabildiği ağırlık, health regeneration ve resistancelar var. Ağırlık kapasitesi değişmiyor, ta ki Exoskeleton denen destekli zırhları bulana kadar. Böyle bir zırh giydiğinizde 20-30kg falan artıyor (normalde 50, OL'da 80 zırhsız) health regen ve resistancelara gelince. Giydiğiniz zırh size resistler veriyor ve artifactleri kemerinize takarak health regen ve ek resistancelar kazanabiliyorsunuz. Başka da bi değişken yok zaten.

Silahlar
Gelelim oyundaki oyuncaklarımıza... Elinize geçirebileceğiniz silahlar arasında Ak-74, AN-94 Abakan, FN F2000, SIG SG-550, H&K G36 gibi daha bir assault amaçlı tüfekler, VSS Vintorez, Dragunov SVD gibi "sniper" aletler, SPAS-12 gibi shotgun türevleri ve desert eagle'dan fort 12'ye pek çok tabancanın yanısıra kullanımı daha kısıtlı RPG-7 gibi oyuncaklar bulmak mümkün. Mermileri ortak ve farklı olan silahlar bulmak mümkün. Örneğin AK-74 ve AN-94 türevleri aynı mermileri kullansa da, H&K G36 için bu mermiler işe yaramıyor. Bunun yanısıra modifiye silahlar da oyunda mevcut. Bu modifikasyon bazen daha hızlı ateş etmek, bazen çıkarılamaz bir susturucu ya da grenade launcher olabildiği gibi, farklı mermileri kullanmak üzere değiştirilmiş silahlar da var. Kendiniz de çeşitli susturucu, dürbün ve grenade launcherlar bulup silahlara monte edebilirsiniz, ancak her silah böyle eklere açık olmadığı gibi, örneğin Nato silahlarına göre yapılmış bir dürbünü Ak-74'e yerleştirmeniz de mümkün olmayacaktır. Örneğin ben ilk oyunda hızlı ateş eden bir AK-74U bulmuştum, alete susturucu, dürbün ve launcher ekledim, cillop gibi oldu. Şimdiyse farklı silahlar kullanıyorum. Eğer bu silahlar yetersizse, Arsenal modunu da kurabilirsiniz.

A-Life&Dünya
Stalker, Alife denen sistemi kullanıyor. Bu sistem sayesinde, siz orada olsanız da olmasanız da, NPCler her bölgede çarpışıyor, dinleniyor, hareket ediyorlar. Bunun üstüne bir de rasgele olaylar eklenince, ortalık iyice şenleniyor. Bir bakıyorsunuz, ilk kampa askeri güçler baskına çıkmış; ya da mutantlar bir stalker kampına saldırmışlar. Daha sonra döndüğünüzde o kampta bir kaç stalker ve etrafta cesetler buluyorsunuz. İleride tekrar geldiğinizdeyse mutantlar ve stalker cesetleri. Güzel kısmı, scripted olmaması. Yani her seferinde değişiyor olaylar. Bu olaylara katılmak ya da katılmamak elinizde. Bir grup mutanta karşı küçük bir kampı korumak eğlenceli olsa da, sizi gördüğü yerde mıhlayacak haydutların mutant köpek ve kurtlarca öldürülüp, hayvanların cesetlerini sürüklemesini izlemek de insana sayko kilır bir haz verebiliyor. Zaten Alife, oyunu diğerlerinden ayıran keyifli yönlerinden. Yoksa dümdüz görev yaparsanız oyunu saatler içinde bitirmeniz işten değil. Ancak oyun size rol yapma, gezme, yağmalama ve bunları dinamik bir ortamda yapma şansı tanıyor. Tabi boş boş dolanmak bir yerden sonra sıkabilir, ancak oyun size amaçlar sunuyor. Belli kişilerden alacağınız görevler sizi Zone'un çeşitli bölgelerine yollayabildiği gibi, öldürdüğünüz Stalkerların üstünden çıkan bilgilerle de sakladıkları eşyaları bulabiliyorsunuz. Bu bilgiler haritanıza konuyor, üstüne getirince "Şurada bir kayanın altına sakladım herşeyi" gibi bir not görüyorsunuz. Sırf bu yağmayı toplamak bile zaman alıyor. Görev alırsanız zaten geziyor dolaşıyorsunuz. Üstünde bir de artifact toplamak için gezmek mümkün. Bu artifactleri satmak ya da kullanmak da size kalmış.

Artifactler&Anomalyler
Artifactler, Zone'da ortaya çıkan radyoaktif maddeler. Anomaly'lerse, bu artifactleri doğuran, fenomenler. Ancak gözlerinizle etkilerini görüyor, hatta acısını hissediyorsunuz. Örneğin burner isimli anomaly, yerden yükselen bir gaz sızıntısı ya da ısı haresi gibi farkedilebilir ve yaklaşıldığında etrafa ateşler saçar. Öte yandan whirligig kendisine yaklaşıldığında belli bir alandaki herşeyi çekip, tek bir noktada sıkıştırıp patlatır. Ateşlerden korunmak ya da whirligig çekmeden koşup kaçmak mümkün olsa da, yanlış zamanda yanlış yerde olup bir anomaly'ye kurban gitmek hiç de zor değil. Zone'da dikkatli olmakta fayda var. Bu anomalylerin bir olayı da, dediğim gibi artifact oluşturmaları. Örneğin burner'dan droplet, fireball ve bir tane daha artifact oluşuyor. Artifactlerin avantaj ve dezavantajları var. Bu dezavantaj bazen kanamaları artırma ya da mermilere karşı direnci düşürme olduğu gibi, bazen de doğrudan radyoaktivite olabiliyor. Bunu karşılamak için de radyoaktiviteyi düşüren bir artifact takmanız gerekecek. Aynı zamanda çeşitli yerlerden (görev veya loot gibi) bulabileceğiniz recipeler sayesinde artifactleri değiştirmeniz ya da birleştirmeniz de mümkün. Ortaya çıkan artifactler bazen eskisinin bir üst versiyonu, bazense yepyeni özelliklere sahip oluyorlar. Kullanmadıklarınızı ister bu sebeple tutabilir, isterseniz satabilirsiniz.



Peki oyunu güzel kılan nedir? Yani kemere artifact takıp bonus almak falan hoş, ortam da hoş da.. nedir?
Bi ara devam ederim, uykum geldi. Siyu.

Evim güzel evim

İzmir'i seviyorum. Evimi seviyorum. İzmir'e girince otobüsler mutlu oluyorum. Ege'yi seviyorum zaten ben. Ankara falan iyi hoş ama bi kordona çıkamamak, bi denize karşı oturamamak nedir yahu? Öyle şey mi olur?!

Cidden, nasıl bir psikoloji bu emin değilim. Yani bakıyorum şöyle.. Etraf dağınık mesela, toplamam gerekicek. Bi sürü iş güç var. Kapıdan inince kahvelerin çapraz ateşine tutuluyorum (evime gelenler biliyor ne demek istediğimi), hava sıcak ve nemli ve ben zaten kolay etkilenirim sıcaktan falan filan. Ama burada olmayı seviyorum.

Dışarıda kapalı bi hava var, kahve yaptım kendime, müzik açtım sevdiğim.. Konuşuyorum milletle msndir skypetır ircdir. Bakınıyorum panoma. Pek bişi kalmadı aslında panoda. Penguenin 3. yılda verdiği poster, 2008 takvimi, Welcome to Gettysberg tabelası altında bi Marine olan resim (SC manualından), bi kaç kart falan (otobüs şirketi-lokantalar), bi kaç rozet; bi ara çalıştığım yerdeki arkadaşların maillerinin listesi, bi arkadaşın bana yazdığı not (yazan Metin diye bi arkadaş "abi 30 yaşındasın çocuk gibi kağıta yazıyosun ya" diyo notta), hepsi bu. Ama pembe pembe duruyor işte, seviyorum.

Kara Elf üçlemesinin kitapları var rafta, sayısız defter var, Cd/dvd kutuları var. Mesela Diablo'yu görüyorum, C&C: First Decade'i görüyorum. Bi sürü dergi var, bi sürü kitap var. Karışık ya. Bakiym ne görücem. Küçük Ağa var Tarık Buğra'nın, Yüzüklerin Efendisi'nin şu 3in1 cildi var (doğum günü hediyesi <3).. daha daha. Picasso'yu anlatan bi kitap var.. sanırım nesneye yönelik programlama kitabı var bi de. Neyse işte. Çok karışık yani. Çok acayip. Ama burası BENİM. Bana dair. Benim inim. Sanırım biraz içgüdüsel bişey, neodantel (neoentelin bi öncesi) zamanlarına falan dayanıyor. Aslında cidden, beni yansıtıyor. Yani içeride çok şey var. Çoook çok. Ama bulabilene. Potansiyel yüksek ama kendisinde iş yok, karmakarışık bi şey görüyosun bakınca. Hani sana kendini sunmuyor, sunuyorsa da başlıklarla falan sunuyor. Girip kurcalamadan bişi bulmak zor. Öte yandan çok kurcalatmak da istemiyor. Ne istediğini biliyorsan ya da rasgele girerek bişi alabilirsin, ama kurcalamak? I-ıh. Öyle bişey işte.

Bi de Poporing peluşum var, o da süper. Ebek.

19 Eylül 2008 Cuma

Previously on Mael...

Bakalım bakalım....

1984 yılında doğmuşum. Yapmışım bunu. Yani pek proaktif bi olay değil tabi, iş daha çok ebeveyn (ne biçim kelime lan bu) dediğimiz kişilerde bitiyo, bi de 5 mayıs 1984 günü annemin üstün çabalarına. Kolay değil tabi doğurmak falan. Neyse efendim, Balıkesir ilinin güzide, odun insanlarla dolu Edremit ilçesinde doğmuşum mesela. Akçay'da, Edremit'te oturmuşuz ve nihayetinde Ören'e taşınmışız. Egenin kıyılarında yetişmişim, Karagözoğlu İlkokulu'nda okumuşum 1 yıl "hazırlık" ve 5 yıl ilkokul... Siyah önlüklerin bittiği sene başlamışım örneğin ilkokula. Ve ortaokulda Anadolu Lisesi sınavına girip Edremit Anadolu Lisesi'ne girmiş, pek keyifli bir ortaokul ve lise hayatı yaşamışım. Sonra ÖSS aracılığıyla, çeşitli makaleler ve gazların sonucunda puanımın bayağı bir altında olan İTÜ Fizik Mühendisliği'ni kazanmış, 2 yıl İTÜ'de kalmışım. Okul gitmemiş ama çevre olmuş, Progamer dergisinde yazmışım, hatta arada Level'a da bişiler yollamışım, Ragnarok Online'ın resmi Avrupa sunucusu olan euRO'da GM ve GM Deputy olarak görev yapmışım, üstüne de dergilerine yazı ve çevirilerle destek çıkmışım. Sonra bitmiş İTÜnün olayı, ailenin desteğiyle tekrar ÖSS'ye girip Ege Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği'ni kazanmışım. Bir süre EÜ bünyesindeki ARGEFAR kurumunun bilgi-işleminde çalışmışım. Bu yaz da İkisoft-Taleworlds ofisinde stajımı yapmışım. Okulumu not yükseltmek maksatlı ve kasıtlı olarak bir yıl uzatmışım. Böyle şeyler olmuş. Evet.